ASUMAN KIRLANGIÇ
BERLİN – Sanat tarihinde kadınların yeri çok özeldir, bir kadın olarak benim için daha da özel. Fahrelnissa ise olağanüstü yeteneği ve hikayesi ile bambaşka bir yerde.
Deutsche Bank Kunsthalle’de sergiyi gezerken, çok tanıdık bir his vardı peşimde, sadece tanıdık eserleri görmekten kaynaklı değil, aynı zamanda hem doğuda hem batıda olma halinden kaynaklı bir duygu. Kâh İstanbul’da tanıdık bir manzara karşısında, kâh Avrupa’da bir sanat merkezinde, tüm duyguların yan yana ve birlikte olabilmesi hali.
Benim de bildiğim bir mekândan ve kültürden gelen sanatçının, modernizm ve Avrupa karşısındaki tutumunu görsel olarak sanatı üzerinden deneyimlemek, belki de bana bu kadar tanıdık olan… Ne doğudan ne batıdan olma hali ama hepsini içinde barındırma, kendini her ikisine de ait hissetme durumu. Birbirine zıt görünen, ama sürekli etkileşim içinde olan tüm olguların bütün özgünlükleriyle yan yana ve etkileşim içinde var olması. Fahrelnissa’nın eserlerinde bu birlikteliğin ahengi devam ederken, hiçbiri diğerine baskın olmaya çalışmıyor.
MODERN KADININ SİMGESİ
Fahnelnissa (ya da Türkçedeki adıyla Fahrünüssa) 1901 yılında Türkiye henüz Türkiye olmamışken, İstanbul sınırları içinde Büyükada’da doğdu. Kendisi, içinde pek çok sanatçı ve entelektüeli barındıran ve İstanbul’da Şakir Paşa olarak bilinen aileden geliyor. Kız kardeşi Aliye Berger bir gravür sanatçısı, ağabeyi Cevat Şakir Kabaağaç, Halikarnas Balıkçısı olarak da tanınan yazardır. Oğlu Nejat Devrim de kendisi gibi ressam ve kızı Şirin Devrim Türkiye’nin ilk kadın tiyatro rejisörüdür. Yeğeni ise Türkiye’nin ilk seramik sanatçısı Füreya Korel’dir.
Fahrelnissa yeni kurulan cumhuriyette modern kadınının simgesiydi. Daha sonra o dönem Irak Krallığı’nın Ankara büyükelçisi Prens Emir Zeid Al Hussein ile evlenince, prenses unvanını aldı. Bundan sonra o artık “Prenses Ressam”dı.
Resme olan ilgisi çok küçük yaşlarda başladı. Osmanlı döneminde faaliyet gösteren Sanayi-i Nefise Mektebinin ilk kadın öğrencilerindendi. 19 yaşında yazar İzzet Melih Devrim ile yaptığı ilk evliğinin ardından eğitimine ara verdi. Fakat eşi ile birlikte Avrupa’ya yaptığı seyahatlerde Avrupa sanatıyla tanıştı ve Fransa’da bir süre Ranson Akademisi’nde Roger Bissière atölyesine devam etti. İstanbul’a döndüğünde ise adı artık Güzel Sanatlar Akademisi olan okulunda, Namık İsmail atölyesine girdi. Fakat Avrupa deneyimlerinin ve etkilerinin ardından, Akademi onu tatmin etmedi, eğitimini yarıda bıraktı. Zira kendi deneyimlediği Avrupa sanatı kübizm ya da konstruktivizm gibi akımlar üzerinden yepyeni ve özgür tartışma olanakları sunarken, akademinin izlenimciliğe odaklanmış muhafazakâr yapısı, Fahrelnissa’nın sanat anlayışına uygun değildi.
SANAT MUHAFAZAKÂR OLAMAZ
Sanatla hep bu kadar ilgili ve üretken olmasına rağmen, Fahrelnissa eserlerini ilk olarak 1944’te, o dönem Türkiye sanat ortamında etkin olan “d grubu” ile ortak sergiledi. Aslında d grubunun sanata dair kesin bir manifestosu yoktu, fakat sanatın muhafazakâr olamayacağını ve her şekilde yapılabileceğini savunuyordu. Fahrelnissa her ne kadar d grubuna tamamen katılmamışsa da, sanırım grubun bu fikri ona da çok yabancı değildi.
Fahrelnissa bu grup sergilerinin ardından ilk kişisel sergisini 1945 yılında, Maçka’daki evinde açtı. Eşinin görevi dolayısıyla 1946 yılında Londra’ya taşındığında ise, konsolosluğun odalarından birini atölyeye çevirerek çalışmalarına burada devam etti. Aynı zamanda kendisine Paris’te de bir atölye tuttu ve bu iki şehir arasında gidip gelmeye başladı. Londra’daki ilk sergisini 1948 yılında açtığında hem Paris’te hem de Londra’da tanınan bir sanatçıydı. Fahrelnissa, anıtsal büyüklükteki eserlerini bu dönemde üretti.
FİGÜRATİFTEN SOYUT SANATA
İlk çalışmaları daha figüratif olan Fahrelnissa, Avrupa’ya yaptığı seyahatler esnasında soyut sanatla karşılaştı. Bundan sonra soyut (abstract) sanat anlayışı onun için önemli bir problemdi. Figür ve soyutlamanın iç içe geçtiği “Soyuta karşı mücadele” (Fight against Abstraction) (1947) eserinde sanatçının bu konu üzerinden yaşadığı ikilem özellikle ön plana çıkmakta, bununla birlikte kendi dilemmasına karşı sunduğu çözüm, kalın siyah kontürler ve göz alıcı renkler Bizans mozaiklerini hatırlatmaktadır. 1948’de yaptığı “Çözülmüş Problemler” (Resolved Problems) ve ardından gelen eserleriyle, Fahrelnissa’nın sanatta soyutlama sorununu çözümlemiş olduğu da görülür. Anıtsal boyuttaki soyut yapıtlarını işte bu dönemde üretir.
Fahrelnissa 1958 yılına kadar oldukça üretken bir dönem yaşar. Fakat bu yıl yaşadığı trajedi ile dünyası alt üst olur. Irak’ta yaşanan bir askeri darbe ile eşinin tüm ailesi katledilir, kendisi ve ailesi tesadüfen o sırada Irak’ta bulunmadıkları için hayatları kurtulur. Bu olayın ardından Fahrelnissa’nın sanat anlayışı da değişir. Bu dönemde “Paléokrystalos” olarak isimlendirdiği ve hayvan kemiklerini kullandığı heykellerini yapar. Resimlerinde ise soyutlamalarında da kullandığı mozaik üslubundan uzaklaşır ve daha minimalist renk kullanımına ve gölgelemelere geçer.
1969’da eşini kaybettikten sonra bir süre daha Paris’te yaşar. Fakat daha sonra küçük oğlu Prens Raad’ın yanına Ürdün’e, Amman’a taşınır. Fahrelnissa resim yapmaya sürekli devam eder, Amman’da yetenekli kadınları etrafına toplayarak onlara evinde ders vermeye başlar. Bu oluşum daha sonra kendi adıyla anılan bir sanat enstitüsüne dönüşür.
PORTRELER
Fahrelnissa’nın son dönem eserleri portre üzerine yoğunlaşır. Her ne kadar öğrencilerine soyut resmi öğretmekteyse de, kendi eserleri özellikle portre üzerine devam eder. Portrelerinde gerçekçilikten uzak bir tarz kullanarak, özellikle karşısındakinin iç dünyasını yakalamaya çalışır.
Fahrelnissa Zeid 1991 yılında Amman’da hayatına veda eder. Serginin kuratörü Kerryn Greenberg’in de belirttiği gibi, Fahrelnissa Zeid savaş sonrası uluslararası modernistler arasındaki en önemli sanatçılardan biridir. Özellikle erkek egemen Avrupa merkezci sanat dünyasında geleneklere ve mevcut durumlara karşı meydan okuyan güçlü bir kadındır.
Fahrelnissa Zeid’in Berlin’de 25 Mart 2018’e kadar sürecek olan sergisi, Deutsche Bank Kunsthalle’de görülebilir ve mutlaka görülmelidir.