Frankfurt’ta öncü sanatçılar ile Türkiye kökenli toplumun sorumluluğu karşı karşıya

OSMAN ÇUTSAY

FRANKFURT – Avrupa’nın finans başkenti Frankfurt’taki geleneksel “Internationales Theater” kurumunu Türkçeli günler bekliyor. Yaz başında yönetimini fiilen üstlendikleri, 2018 başından itibaren de hukuken ve tümüyle devralacakları bu kurumla ilgili bazı soruları yanıtlayan oyuncu ve yönetmen Müjdat Albak, yılbaşından sonra yeni mekânlarında her yıl 180’e yakın sanatsal etkinlik gerçekleştirmeyi planladıklarını, bu etkinliklerde Türkçenin payının artacağını bildirdi. Albak, “Avrupa Kültür” (www.Avrupa-Kultur.eu) dergisinin yeni sayısında yayımlanacak ayrıntılı bir söyleşide girilen yolun sakınca ve olası getirilerini değerlendirdi:

“1 Ocak 2018 tarihinden itibaren resmen Güneş Tiyatrosu olarak, ʻDas Internationale Theater’in işletmesini devralıyoruz. 13 yıl boyunca Fransa, Almanya, Türkiye çapında 8 uluslararası festival, 15 yeni tiyatro oyunu, 14 gençlik sanat projesi ve yüzlerce tiyatro, sergi, müzik gibi binlerce sanatçının katılım sağladığı etkinlikleri hayata geçirmiştik. Sadece ‘Türk-Avrupa Tiyatro Karşılaşmaları’ isimli Avrupa Birliği Fonlarından desteklenen projede 2008-2010 yılları arasında 800’e yakın sanatçı ve tiyatro insanı görev aldı. Adı geçen festival projesi Türkiye dışında Türkçe olarak yapılmış en geniş kapsamlı tiyatro etkinliği olarak tarihe geçmişti. Böylece 1991 yılında Ankara’da, Tülay Yongacı, Cüneyt Sezer, ve Müjdat Albak olarak ‘Can Şenliği Oyuncuları’ ismi ile başlattığımız, 1998’den günümüze kadar Frankfurt’ta Güneş Tiyatrosu adı ile sürdürdüğümüz ve Batı Avrupa’ya kadar uzanan tiyatro, kültür, sanat serüvenimizin yepyeni bir boyutta devam edecek olmasının sevincini yaşıyoruz.”

Albak, Internationales Theater Frankfurt’un (ITF), 20 yıllık bir kurum olduğunu, ancak Türkçeye pek yer verilmediğini hatırlatırken, sürekli bir Türkiyeli sanat programının Frankfurt’ta şimdiye dek hiç yer bulamadığının altını çizdi. “Bu kaderi değiştirmeye kararlı oldukları” sinyalini veren Müjdat Albak, birçok yenilik planladıklarını belirtti:

BU İŞ BİR MİSYON ASLINDA…

“Bu süreğen program, zaten kendi başına özgün bir durum. Diğer bir özgünlük unsuru, bizim ‘Transkültürel Sahne’ olarak adlandırdığımız, Almanya’da yetişen genç kuşakların dilsel ve kültürel varlığını ifade etme iddiası taşıyan yapımların yine ITF’de süreğen bir şekilde yer bulabilecek olması… Bunların  dışında hemen hemen  dünyanın her yerinden gelen sanatsal yapım ve gösterimlere kucak açan ITF’nin bu yaklaşımı devam edecek. Seyircinin yaş ortalamasını da biraz aşağıya, 30-55 aralığına çekmeyi hedefliyoruz. Bu işi biz bir misyon olarak görüyoruz: Türkiye göçmenlerinin kendilerine ait bir programa rahat bir şekilde ulaşması, kendi hikâyelerini sahnede görebilmesi, Anadolu’nun bütün renklerinin temsil şansı bulması, göçmenlerin başka topluluklarla karşılaşma ve kaynaşma olanağı bulması ve sanatın genel misyonları olan hakkaniyet, adalet, çeşitliliğin zenginliğini hissettirme gibi genel misyonlarının da bugüne kadar olduğu gibi tarafımızdan takip ediliyor olması, görüş açımıza giriyor tabii ki.”

Tülay Yongacı ve Cüneyt Sezer ile birlikte 1991 yılında girdikleri yolu Almanya’da 1998 yılında Güneş Tiyatrosu ismi ile sürdürdüklerini kaydeden Müjdat Albak, “Demek ki, 26 yıldan bu yana birlikte tiyatro yapıyoruz. Hep birlikte yaratıp, üretip paylaşıyoruz. Yani hâlâ ortaklaşmacıyız. Böyle de çok mutluyuz” dedi. Albak sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizim işimiz her yerde, her koşulda zordu. Hep farklı ve yeni zorluklar, bizi, bir düşünürün söylediği gibi, yeniyi bulmaya teşvik ediyor. ‘Niye yeni bir tiyatro işletmesi?’ derseniz, bu özlem, Almanya’da yaşayan her ‘yabancı’ tiyatrocu icin geçerlidir. Bizim ayrıcalığımız ise sadece Türkiyeli göçmenlerin değil, tüm olarak Frankfurt ve çevresinde yaşayanların kültür hayatını etkileme iddiasındadır. Sonuç olarak tiyatronun adı ‘International’: Bu fikir bize her zaman sempatik gelmiştir, bugünlere gelmeden çokça şarkılarını söylemiştik. Türk toplumu artık Almancayı iyi biliyor, ancak bu insanların anadillerindeki sanatsal gösterimlere ulaşmak da doğal, tartışılmaz bir hakları. Anadil nerede ise kutsal bir kavramdır, çünkü dil sadece bir iletişim aracı değil, varoluşumuzu şekillendiren bir unsurdur. Duygularımız, düşlerimiz, bazen de isyanlarımız kendisini ancak anadil ile bulabilir. Bu gerçekliği, Türkiye’de yayınlanan filmlere, müziğe, burada olan ilgiden de gözlemleyebilirsiniz. Ayrıca bu hak her ülkede geçerlidir, geçerli olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, ilgi şehirden şehire değişiyor. Son 10 yıldan bugüne birçok Alman şehir, devlet ve ödenekli tiyatrosunda Almanca ya da çokdilli ve göçmen, özellikle de Türkiye göçmenlerini konu eden yapımlar sergileniyor. Ama Türk toplumunun kendi dillerindeki  tiyatroya seyirci ve üretici olarak ilgileri önemli bir fenomendir.”

TÜRKİYE KÖKENLİ TOPLUMUN SORUMLULUĞU

Müjdat Albak, yeni süreçte sadece Frankfurt’taki değil tüm Almanya’daki Türkçeli topluma bazı görevler düştüğünü de kaydetti:

“Frankfurt kültürel hayat açısından nicelik olarak oldukça zengin. Bu konuda çalışmaları olan Şinasi Dikmen, ki Almanca kabare yapıyordu, Türk Film Festivali, Tiyatro Frankfurt, Erden Alkan, biz, koro toplulukları, müzik grupları, sanatsal etkinlikler organize eden şahıs ve kurumlar oldukça aktif. Ancak gösterimler açısından bakarsak katılım motivasyonunun daha çok ‘görmek ve görünmek’ olduğunu gözlüyoruz. Türkiye’den gelen tanınmış bir sanatçıyı canlı deneyimlemek ya da sosyal bir aidiyeti belgelemek için bir katılım, ağırlıklı olarak söz konusu. Bu, başlangıç için önemlidir. Seyirci artık seçici olmak zorundadır, çünkü karşılaştırma olanağı var. Artık özellikle tiyatro konusunda görmek ve görünmenin ötesinde, tiyatronun sağladığı, kendini ve yaşadığı ortamı tanımaktır: Yani, kendini görmek, deneyimlemek. Seyirci kendini ve yaşadığı dünyayı aramalıdır. Tabii ki yanlış anlaşılmasın: Eğlenmek,  ‘sosyalleşmek’, çok doğal bir gereksinimdir. Brecht’in de dediği gibi: ‘Tiyatro eğlendirmelidir.’ Belki biraz da eğlenme anlayışımızı yeniden tanımlamalıyız.”

Türkiye kökenli toplumun ITF sayesinde kendisine ait bir ortam kazandığını, bunun bir hak olduğunu belirten Müjdat Albak, şu saptamalarda da bulundu:

“Ama bu, her hak gibi, kendiliğinden yaşamaz, var olmaz. Seyirci kendi hakkına, yani bugüne kadar yaptıklarımızla sahip olduğumuz bu alana sahip çıkmalıdır. Seyirci aktif olmalıdır. Seyirci seyretmemelidir. Bizi övmeli, desteklemeli, eleştirmeli, talep etmelidir, zorlamalıdır. Genel bir gözlem olarak Frankfurt ve çevresinde yaşayan sanatçılar, seyirciler, kurum yöneticileri bu gelişmeyi hayretle karşıladılar, inanamadılar. Bizim başarımız olarak düşündüler, rastlantı olarak gördüler. Sonuçta bizler, Tülay Yongacı, Cüneyt Sezer ve ben, üçümüz, misyonerler olarak bir olgunun yaratılmasına aracılık ettik. Artık tarihin bu sayfasında öncülüğümüz yeni bir sayfa açılasıya kadar bitti. Kısacası, kahraman yaratmaktan, ona tapmaktan, bütün her şeyi o kahramandan beklemekten, sonra da inisiyatif almayarak onun ölmesini bekleyip aslında kendi güçsüzlüğümüze ağlamaktan vazgeçelim. Popüler ifadesi ile ‘taşın altına herkesin elini koyması lazım’.”

TÜLAY YONGACI: MÜZİK ORTAK BİR ZEMİN, AMA…

Kurucu ekibin kadın üyesi Tülay Yongacı, oyunculuğun yanı sıra şarkı da söylediğini belirterek, müziğin ortak bir zemin oluşturduğunu, ancak buradaki sanatçı ve sanatsever Türkçeli toplumun bazı şeyleri gözden geçirmesi gerektiğini hatırlattı. Yongacı, şunları söyledi:

“Ben sadece Türkiye’de üretilen şarkıları değil, burada bizim Almancıların yazıp bestelediği şarkıları da söylüyorum. İşte bu şarkılar da bizi ortaklaştıran, anılarımızı tazeleyen bir şey. Ben neler yapılmadığını söyleyip yapılanları eleştirecek bir durumda değilim. Her sanatçı kendi estetik olanakları, beğenisi dolayısıyla bir mozaiği tamamlar aslında, onun için ben kendi alanımla ilgileniyorum. İlgi alanım derken tek bir alan değil bu. Ben başka dillerden, üslup ve ustalardan söylüyorum, bu alanı da genişletmek istiyorum doğrusu. Sanat böyle bir arayış yani. Her sanatçı yolunu kendi  bulmalı. Ama gördüğüm kadarıyla Almanya’da düğünler ve barlarda yaşananlar, sanata, müziğe yaklaşımı çok belirliyor. Gençler hep Türkiye’ye bakarak, oradan etkilenerek kendilerine bir yol çiziyorlar. Özellikle müzik okulları, Alman müzik okullarından hocalar getirmeli ve Türkiye’den direkt olarak iyi müzisyenler burada ‘workshoplar’ düzenlemeli ve gençlere yeni şeyleri denemeleri için platformlar sunulmalı. Yani, derneklerde gençlerin kendi çalışmalarını sergilemeleri için olanak sağlanmalı. Yoksa hepsi düğüncü olacak. Futbolcu, dizi oyuncusu gibi kestirme yollar bizi çıkmaz sokaklara iter…”

CÜNEYT SEZER: ÇOKDİLLİ TİYATRO BİR ZORUNLULUK

Yönetmen ve oyuncu Cüneyt Sezer de, Avrupa Kültür’ün sorularını yanıtlarken, sadece Türkçe tiyatro yapmadıklarını, 2002 yılından bu yana beş çokdilli tiyatro oyunu sahnelediklerini vurguladı. Sezer şöyle konuştu:

“Güneş Tiyatrosunun Alman tiyatro camiasındaki tanınmışlığını biraz da bu özelliği sağladı. Bu çokdilli sahnelemeler, işleri kolaylaştırmıyor aslında, ama çokdilliliği biz çağımızın bir gerçekliği olarak görüyoruz. Bu bizim için bir zorunluluk oldu nerdeyse. Türkçe tiyatro konusunda şunu söyleyebilirim: Birçok amatör grup var, bu çok güzel bir şey, ama yönetmen ve eğitmenleri eğitimli değil. Ayrıca, yaptıkları işle ilgili kendilerini geliştirmiyorlar, durumu yönetemeyip çok gereksiz şahsi problemlerde boğuluyorlar. Sonuçta genç katılımcılar yanlış bir deneyim yaşayarak biçim alıyorlar. Biraz daha bilgi, amatör ve yarı profesyonel bu grupları çok daha ileriye götürebilir oysa. Türk tiyatro edebiyatının asli oyunları ya da oyuncuların kendi hayatlarından, çevrelerinden yola çıkarak geliştirecekleri oyunlar daha doğru olur, diye düşünüyorum. Bir de, Müjdat’ın dediği gibi, anadil önemli. Ama eğer oyuncu ve seyircilerin günlük yaşamı çok dilli ise, niye öyle olmasın? Tiyatro bir dilden daha fazla bir şey aslında. Konuşmadan da tiyatro yapabilirsiniz. Önemli olan anlatacak aktüel bir derdinizin olması. Gençler daha çok tiyatro yapmalı. Ama ʻTürkiye’de dizi oyuncusu olacağımʼ diye değil. Kendilerini var edebilecekleri bir araç olduğu için gençler kendilerini anlatmaya, öncelikle kendi gerçekliklerini kabul etmeye başlarlarsa, kendileri için de, ebeveynleri için de daha iyi olur. Anne ve babalar böylece çocuklarını daha iyi tanıyabilir. Hayatlarına böyle girer. Gençler istedikleri formlarda hikâyelerini  anlatacaklar, herkes de seyredecek: Almanya’da iş ancak böyle rayına oturur, gerçekliğine kavuşur. Gerisi açıkça yalan. Biz iki yıldan bu yana oyuncu yetiştirmeye başladık. 20’ye yakın katılımcımız var, onlara tiyatro ile ne yapabileceklerini anlatmaya çalışıyoruz. ʻArtizʼ olmadan sanat yapmak yani. Bakalım onlar ne yapacak?”